

Gazeteci Fatih Altaylı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde işçilerin başlattığı grevle ilgili belediyenin tutumunu eleştirerek, sendikanın yaklaşımını da sorguladı.
Altaylı’nın yazısında belirttiği gibi:
Sendikal hakların savunucusu olarak düşündüğümüz bir konuda İzmir’de işçi hakları üzerine ilginç bir tartışma yaşanıyor.
Bir sendika zam talebiyle işvereni masaya oturtup talepleri kabul edilmediği için greve gittiğinde, işveren toplum ve medya tarafından ağır şekilde eleştiriliyor. Bu durum, aslında AKP döneminin yarattığı algı ve değer çürümesinin bir sonucudur.
Öncelikle, bu sendikalar neden böyle bir adım atmasınlar ki?
Sendikal hak ve grev hakkı gibi terimler, anlamı olan kavramlar değil mi?
Belediye yönetimi, “Çöpleri toplamayarak toplum sağlığını tehlikeye atıyorsunuz” gerekçesiyle eleştiriliyor, İzmir kötü kokmaya başlamış deniyor.
Geçen yıl Paris’te belediye işçileri grev yapmıştı ve sonuçları oldukça çarpıcıydı.
Paris sokakları çöp dağlarıyla kaplanmış, lüks mekanların önünde fareler cirit atmıştı.
O günlerde Paris’te bulunmuştum. Sokaklarda çöp sularına basmamaya çalışarak, farelerden kaçmaya çalışarak dolaştım.
Şehir tam anlamıyla kötü bir kokuya bürünmüştü.
Belediye, gece yarısı çöp toplama girişimlerinde bulunsa da bu yetersiz kalıyordu.
Hiç kimse o dönemde “Bu sendika sarı sendika” damgası yapmadı.
Medeni dünyada grevler sıkça yaşanır; uçuşlar iptal olur, demiryolu çalışanları grevde olabilir.
Sendikalar ve grevler, modern toplumların ayrılmaz bir parçasıdır.
İşçi sayısının fazlalığı sıklıkla dile getiriliyor.
Peki o kadar işçiyi belediyeye kim yerleştirdi?
Maaşlar yüksek deniyor; ancak hangi çalışan daha yüksek maaş istemez ki? Kendini temsil edebilenler elbette taleplerini iletebilir.
Sosyal demokrat bir anlayışa sahip bir belediye, örgütlü iş gücüne karşı çıkmamalıdır.
1 Mayıs’ta birlikte yürüdüğü sendikaya, 1 Haziran’da hakaret etmemelidir.
Bir yandan sendikal örgütlülükten şikayet ederken, diğer yandan sendikalı işçilerin hak taleplerini eleştirmek mantıksızdır.
AKP döneminde kazandırılan algı sorununu vurgulamak istiyorum.
Mevcut iktidar, öncelikle belediyelerde “taşeronluk” anlayışını getirerek işleri taşeron şirketlere devretti.
Bu şirketler, işçileri kadrosuz olarak çalıştırarak sendikal örgütlenmeye engel oldu. İşçiler, çoğu zaman işten çıkarılıp, yeniden işe alınarak sürekli bir belirsizlik içinde tutuldu.
Sonuç olarak işçi sınıfı büyük sıkıntılar çekti ama işin devamlılığı sayesinde herkes memnun kaldı.
Ancak bu durumda olan bir CHP belediyesinin işçileriyle bu şekilde bir savaşa girmesi oldukça rahatsız edici.
Sendikaların gerçek anlamda işlev görmesi gerektiğini vurgulamak lazım!
Sendika tarafında, belediyeye hak vermediğimi belirtmiştim. Ama sendikalara da katılmak istemiyorum.
Bu tür sendikalar, asıl işçi haklarını savunmadıkları için sendikal anlamda ciddiyet taşımıyor.
Modern sendikaların, işçinin haklarını savunmakla, kurumsal çetelerle ilişkilendirilmesi aynı şey değildir.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde fazla sayıda işçi olduğu söyleniyor.
Sendikal bir duruş sergileyen bir temsilci, “Bu kadar işçiye gerek yok” demelidir; aksi halde sadece kendi çıkarları için hareket eden bir figür haline gelir.
Toplu sözleşmelerdeki dengesizlikler ve tehditler sendikacılığın niteliğinden uzak olduğunu gösteriyor.
Son olarak, birçok olayın yaşandığı bu süreçte DİSK başkanını görememek dikkatimi çekiyor. Acaba Arzu Çerkezoğlu bu durumu nasıl değerlendiriyor?