reklam
reklam
DOLAR41,1434% 0.12
EURO48,3350% 0.95
STERLIN55,8492% 0.79
FRANG51,3458% 1.05
ALTIN4.443,92% 1,11
BITCOIN115.730,012.312
reklam

Soyer’in Cezaevi Günlüğü: Acelecilik Kültürü ile Dünyamızı ve Kendimizi Tüketiyoruz

Yayınlanma Tarihi : Google News
Soyer’in Cezaevi Günlüğü: Acelecilik Kültürü ile Dünyamızı ve Kendimizi Tüketiyoruz
reklam

İzmir Buca Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, sosyal medya hesabından yeni bir “cezaevi günlüğü” paylaştı.

Bu seferki yazısında Benjamin Franklin'in kâr ve hız arasında kurduğu bağlantıya dikkat çekti.

Tunç Soyer'in sosyal medya üzerinden paylaştığı günlüğünde şu ifadelere yer verdi:

Cezaevi Günlüğü 22 Ağustos 2025
Neoliberalizm, hızlanmayı bir zorunluluk haline getirdi. Hızdan besleniyor ve bunu hiç olmadığı kadar ödüllendiriyor. Hızlanmaya devam ederken “zaman” ile ilişkimiz daha endişe verici ve “hakikat” dışı bir hale gelmeye başladı. Zamanın hiçbir şeye yetmeyeceği hissi, insanlığı zamanın para ile satın alınabileceği yanılgısına yönlendiriyor.

Oysa, Uruguay’ın efsane Cumhurbaşkanı Jose Pepe Mujica bu yanılgıyı en çarpıcı biçimde gözler önüne serdi.
“Alıyoruz, alıyoruz, alıyoruz, sonra aldıklarımızı koyacak yer bulamıyoruz. Çok büyük bir hata yapıyoruz ve aldıklarımızı kazandığımız parayla aldığımızı zannediyoruz. Halbuki, o parayı kazanmak için harcadığımız 'zaman' ile alıyoruz… Ve parayla alınamayacak tek şey zaman!”

Ve Gandhi hatırlatıyor;
“Hayatta hızlanmaktan daha değerli şeyler var.”

“Larry Dorsey’e Göre, Hıza Teslimiyet Bir Hastalığa Dönüştü”

“Zaman Hastalığı”; zamanın kaçıp gittiğini, zamana yetişmek için daha fazla hareket etme gerekliliği inancına kapılanların yaşadığı ruhsal durumu tarif etmek için kullanılan bir terim. Bu ruh hali insanları felakete sürükleyebiliyor. Örneğin Japonca’da “karoshi” sözcüğü, iş sebebiyle ölüm anlamına geliyor. Haftada 90 saatten fazla çalışan insanlar “karoshi” nedeniyle genç yaşta ölebiliyorlar.

Hız tutkusu; telaşlı, yersiz ve stres yüklü bir yaşam tarzına ve adına “Acelecilik” denilen bir kültüre dönüşüyor. Bu kültür, unutmayı istemeyi bir saplantı haline getiriyor.

“İnsan Evladı Ölümden Kaçmak İçin Hıza Tutunuyor”

Milan Kundera, Yavaşlık romanında şöyle anlatır;
“Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Düşünün; bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey hatırlamak istiyor, o anda kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Bunun tersine, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istercesine yürüyüşünü hızlandırır. Yavaşlık ‘anı’nın yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Bu denklemden çıkardığımız sonuç; çağımız hız iblisine teslim oluyor ve dolayısıyla kendisini unutuyor.”

İnsan evladı adeta ölümden kaçmak için hızla ilerliyor. Oysa yüksek tempolu yaşam; böbrek yetmezliği, kalp hastalıkları ve kanser gibi hastalıklardan kaynaklanan ölüm tehlikesini artırıyor.

“Acelecilik Kültürü ile Dünyamızı ve Kendimizi Tüketiyoruz”

“Zaman” ile olan nevrotik ilişkimizi mutlaka düzeltmeliyiz.
“Zaman”, koşturulup geçilecek bir olgu değil, aksine daha uzun ve derin hissettirecek bir şey olarak yaşanabilir.

Acelecilik kültürü ile dünyamızı ve kendimizi tüketiyoruz. O kadar zaman yetersizliği yaşıyoruz ki, ailemizi ve sevdiklerimizi ihmal edebiliyoruz. Artık hiçbir şeyden gerçek bir tat alamıyoruz ve sürekli “sonra ne var?” diye bakıyoruz.

Acelecilik kültürü çocukların hayatını en fazla tahrip ediyor. Çocuklar hız saplantısıyla doğmuyor, biz onları böyle yapıyoruz. Reklamlar onları küçük yaşta tüketime teşvik ederken, okullar da saat baskısı altında yaşamaya yönlendiriyor. Ebeveynler müfredat dışı etkinliklerle çocukları baskı altına alıyor.
Her şey, azın çok olmadığını, hızın her zaman iyi olduğunu öğretiyor. Rekabet, onlara koşturmaktan başka bir şey bırakmıyor. Dinlenmeye, oyun oynamaya ve hayal kurmaya vakitleri kalmıyor. Bu koşturmaca onlara bedeller ödetiyor. 5 yaşındaki çocuklar bile stres nedeniyle mide bozuklukları, baş ağrıları, uykusuzluk ve yeme bozuklukları gibi sorunlar yaşıyor.

Hızlı yaşamın saçmalığına karşı mücadele etmenin yolu, savunmayı “yavaş yemek” ile sofrada başlatmaktır diyor Carlo Petrini.

“Ekmek ile Demek ve Bugün Birçok Dil'de 'Arkadaş' Anlamına Geliyor”

Yemek pişirmenin ve yemenin özünde insanları yakınlaştıran ve hızı yavaşlatan bir özellik bulunmaktadır;
“Companion” kelimesi Latince “Ekmek ile” demekte ve birçok dilde “Arkadaş” anlamına geliyor.

Carlo Petrini; 1986 yılında Roma’da İspanyol Basamakları Meydanı'nda açılan McDonald's restoranına tepki olarak Yavaş Yemek (“Slow Food”) hareketini başlattı. Bu hareket, yerel ürünleri ve gelenekleri teşvik etmek amacıyla kurulmuş gönüllü bir organizasyondur.
3 temel sütun üzerine oturtulur: İyi, temiz ve adil gıda.

“Yavaş Hareketinin Sırrı Denge Arayışındadır”

“Slow Food” organizasyonuyla başlayan Yavaş hareketinin sırrı denge arayışındadır.
Denge; şartlar ne olursa olsun sakin kalmaya ve telaşa kapılmamaya gayret etmektir.

Yavaşlamanın en büyük faydası, zamanı yeniden ele alma fırsatı sunmasıdır. İnsanlarla, kültürle, doğayla, bedenimizle ve zihnimizle anlamlı bağlar kurmamıza olanak tanıyan bir sükunet sağlıyor. Yavaşlık anlayışında “zaman”, tükenen sonlu bir kaynak değildir. İçinde yaşadığımız; korkulması gerekmeyen ve hükmedilmeye çalışılmayan bir şeydir. Kısaca yavaşlık, “Daha iyi yaşamak” demektir.

“Sorun Bu Bireylerin Topluluk Haline Gelmeyi Başarmasındadır”

Her birey, frene basmanın yaşam kalitesini artırdığını görmeye başladı. Sorun, bu bireylerin topluluk haline gelmeyi başarmasıdır.

Bernard Russell, 1935 yılında yazdığı makalesinde, 4 saatlik çalışma süresinin hepimizi daha nazik, daha yufka yürekli ve başkalarına daha az şüpheyle yaklaşan insanlar yapacağını belirtmiştir. Bugün bu öngörü kısmen gerçekleşti. İnsanlar giderek artan şekilde, tefekküre fırsat veren hobilere zaman ayırmaya başladı. Bahçıvanlık, okumak, resim yapmak ve birçok el sanatı… Bunların hepsi bir şeyi iyi yapmanın, hızlı yapmaktan daha değerli olduğu anlayışını güçlendiriyor.

Zamanı Yavaşlatma Cemiyeti, Slow Food organizasyonu ve ardından gelen Cittaslow [Sakin (Yavaş) Şehir] hareketi, Acelecilik kültürüne karşı Yavaş Hareketini toplumsallaştırmak ve global dünyaya yaymak amacıyla doğmuştur.

reklam

YORUM YAP