reklam
reklam
DOLAR41,1434% 0.12
EURO48,3350% 0.95
STERLIN55,8492% 0.79
FRANG51,3458% 1.05
ALTIN4.443,92% 1,11
BITCOIN115.129,43-1.465
reklam

Aslanoğlu’ndan Aileye Duygusal Mektup: 17 Yaşında İlk Gözaltımda İnandığım Değerler Bugün de Aynı

Yayınlanma Tarihi : Google News
Aslanoğlu’ndan Aileye Duygusal Mektup: 17 Yaşında İlk Gözaltımda İnandığım Değerler Bugün de Aynı
reklam

CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, tutuklu bulunduğu Buca F Tipi Kırıklar Cezaevi’nden duygu dolu bir mektup yayımladı. Mektubunda anne ve babasına hitap eden Aslanoğlu, cezaevi sürecini, aile özlemini ve toplumsal meseleleri samimi bir şekilde değerlendirdi. Annelerine yazdığı mesajda, “Tarih bugünleri yazacak, annem. Suçsuz yere, siyasi nedenlerle cezaevine atılan vatan evlatlarını ve onların acı çeken ailelerini elbet yazacak” ifadelerine yer verdi. Babasına ise 43 yıl önce yaşadığı ilk gözaltı deneyiminden bu yana taşıdığı mücadele inancını aktardı.

CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu’nun mesajının tamamı şu şekildedir;
“Cefakâr anam, babam; 82 yaşında, oğlunuzu cezaevi kapılarında beklemekte varmış kaderinizde. Allah sizlere uzun ömürler versin. Bu yaşta tek kişilik tekerlekli sandalyede, uzun güvenlik aramalarından geçip, demir parmaklıkların gerisinde evladınızla konuşabilmek zordur, biliyorum. Sizlere bu acıları yaşatanlara lanet olsun. Güzel anam, gençken, üniversitedeyken, “Beni buralarda arama anne, kapıda adımı sorma” şarkısını söylerken, bir gün bunun başımıza geleceğini tahmin edemezdim. Bugün senin gibi yüzlerce anne, çocukları için üzülüyor. Murat Çalık’ın annesi hastane bahçelerinde bekliyor; kimi Şakran Cezaevi’nde, kimi Tekirdağ’da, kimi Silivri’de, kimi de senin gibi Buca Kırklar Cezaevi’nde bekliyor. Tarih bugünleri yazacak, annem. Suçsuz yere, siyasi sebeplerle cezaevine atılan vatan evlatlarını ve onların acı çeken ailelerini, elbet yazacak! Ben 50 yaşıma geldim ama Murat Çalık benden büyük, aynı cezaevindeyiz. Bir ananın yavrusu kaç yaşında olursa olsun, o ananın yavrusudur. En çok onun yüreği yanar. Annem, kendini üzme. Moralim iyi, sağlığım yerinde. Bu günler geçecek; başımız dik, alnımız ak. Attıkları hiçbir iftira tutmadı, anam. Kimse bu yalanlara inanmıyor. Gönlünü ferah tut. Elbet bu zindandan çıkacağız. Biz bu vatanın evlatları, güzel günler görsün diye mücadele ettik, hâlâ ediyoruz. Bu ülkenin yaşlıları hak ettiği değeri görsün diye mücadele ediyoruz. Bu ülkenin gencine, yaşlısına verecek hiçbir şeyi kalmayan iktidar, bizlere saldırıyor. Gözaltına aldırıp hapse atıyorlar. Bu iktidar, yaşlısının ve emeklisinin yüzüne bakmıyor, anam. Geldiklerinde insanlar geceden hastane sıralarına giriyor, bu sıraları yok edecekleri vaadiyle geldiler. Şimdi hasta hakikatiyle baş başa kalmış durumda. Öyle hastane randevusu alabilmek için, geceden sıraya girmeyi becerebilen, bunun bile mutluluğunu yaşıyor. Kanser hastalarına aylar sonrasına “gel” diyorlar. Eskiden elinden tutardın, birlikte giderdik Dokuz Eylül Hastanesi’ne. Sabah erkenden gider, sıran gelirdi, doktor muayene ederdi. O güzel günler geride kaldı, annem. Ücretsiz ve herkese eşit bir sağlık sistemi olmalı; yoksul-zengin farkı olmadan her yurttaş sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanmalıdır. Bunların “eski sağlık sistemi kötüydü” dedikleri, iyi bir sistem değildi. Bu sistem, kötünün de kötüsü, berbat bir sistem. Katkı payı denilen bir şey getirdiler. Doktora mı gideceksin, doktorun muayene parasının bir kısmını emeklilik maaşından kesiyorlar. Ey hükümet, madem doktor parasını emekli cüzdanından ödeyecek, neden yıllarca sigorta için prim ödediler? Güzel anam, sen MS hastasısın. Kıyamam sana, her gün bir avuç ilaç içiyorsun. Vefakâr babam, sen de kalp hastasısın. Düzenli doktora gitmek zorundasınız. Bir tek emekli maaşınız var. Her ay o maaştan binlerce TL kesen iktidar utansın. Bu güzel ülkenin yaşlı nüfusu geçen yıl 520.000 artmış. Nüfusun %10,4’ten %11’e çıkmış. Yaşlı nüfusu artan bir millet olarak yaşlılarımızla ilgili planlarımız ne? Koca bir hiç! Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, bizlere bakmış olan yaşlılarımızı kaderlerine terk mi edeceğiz? Evde bakımları, sağlık sistemine erişimleri ne olacak? Sosyalleşmelerini nasıl sağlayacağız? Hiçbir yerde düzgün bir bakım merkezi yok, geriatri merkezi yok. Utanmalılar ama bu iktidarda utanma duygusu da yok. Rahmetli babaannem, akıllı insanlara “Londra kafalı” dermiş, sen gerçekten tanıdığım en Londra kafalı insanlardan birisisin babam. Köy Enstitüsü sonrası kurulan öğretmen okulundan 1960’ta mezun olmanın sana kattığı çok şey var.


Çocukluğumdan itibaren bir efsaneydin. Her türlü müzik aletini çalabilirdin. Her akşam, annemin kimseyi sokmadığı salona geçip biraz bağlama çalardın. Her şeyi tamir ederdin. Çamaşır makinesi mi bozuldu? Hemen aletlerini alır geçerdin başına. Üstten çamaşır konulan Hoover marka eski çamaşır makinemiz vardı ve sen onu tamir edebiliyordun, inanılmazdı. Radyo, siyah-beyaz televizyon mu bozuldu, buzdolabı mı bozuldu… Hepsini kendin tamir etmeye çalışırdın. En son Balçova Ertuğrul Gazi İlkokulu’nda öğretmenlik yaparak veda ettin öğrencilerine. Dile kolay, 31 yıl öğretmenlik yaptın. Binlerce çocuğa okumayı, yazmayı öğrettin. Sadece okuma, yazma değil; insan olmayı da öğrettin, insanlık değerlerini de. Cumhuriyet’in aydın öğretmenlerinden biri olarak, mantıktan yana, bilimden yana, karanlıklara karşı aydınlıktan yana, Cumhuriyet’ten yana, milletten yana öğrenciler yetiştirdin. Vatan sevgisi ile dolu, ülkesine hizmet etmek isteyen, şehrini, memleketini seven binlerce çocuk yetiştirdin. Ne çok çektin. Diyarbakır Silvan’ın dağ köylerinde, Erzurum Narman’ın köylerinde… Köy okulu öğretmenliği sonrası yatılı bölge okulu müdürlüğü de yaptın. Anadolu’nun en ücra köyünde, dağ köylerinde de okul olmadığı için ilçe merkezinde de yatılı okuyan köy çocuklarının yetişmesi için elinden geleni yaptın. 70’lerde öğretmenlerin haklarını savunan bir sendika üyesiydin. İyi öğretmenler, iyi öğrenciler yetiştirecek; onlar da ülkeyi muasır medeniyet seviyesine çıkaracaktı. Ancak bugünlerde maalesef problemlerimiz aynı, babam. Okulların açılmasına az kaldı. Ders yılı 8 Eylül’de başlayacak. Zil çalacak ve küçücük bedenler sınıfları dolduracak. Eğitim yılı başlayacak ama binlerce problemle açılıyor. Devlet, memurlara 2026 yılının ilk 6 ayı için %11, ikinci 6 ayı için %7; 2027 için ise %4,4 zam önerdi. Hiç utanmadı. Ülkede gerçek enflasyonun %60-70’lerde olduğunu herkes bilmesine rağmen, Özgür Özel’in Tayyip Erdoğan’ı “üzmeme kurumu” olarak tarif ettiği TÜİK’e göre %30’ların üzerinde enflasyon olduğu bildirilmesine rağmen, hükümet memurunu açlığa mahkûm ediyor. Memur deyince; polisler, doktorlar, devlette çalışan mühendisler, teknikerler, vergi memurları, maliyeciler, öğretmenler… Hepsi ama hepsi yoksulluğa terk ediliyor. Geleceğimizi emanet ettiğimiz öğretmen, kirasını ödeyemiyor. Genç öğretmenler zaten çoktan ev almaktan umudunu kesti. Son 2-3 yıldır araba almak bile imkânsız hale geldi. En ucuz araba 1 milyon TL oldu. 36 ay taksitle geri ödemesi 1,5 milyon. Aylık taksiti 40 bin TL'nin üstünde; öyleyse öğretmen bu taksiti nasıl ödeyebilir? Herkesin elinden gelecekte daha iyi bir yaşam hayalini çaldılar. Öğretmenler, senin gibi 30-35 yıl çalıştıktan sonra emekli olduklarında 500 bin TL gibi bir emekli ikramiyesi alacaklar; 35 yıl ödediği primin karşılığında bir araba bile almaya yetmeyen emekli ikramiyesini ödeyecek devlet. Oysa sen 1992’de emekli olduğunda, aldığın emekli ikramiyesi ile bir ev alınabiliyordu. En azından yaşlılığını güven içinde geçirebiliyordun. Biz kendimize ait bir evimizin olduğu için sen bir dükkân, bir otomobil almayı tercih etmiştin. Renault 9 GTL. Güzel bir arabaydı. Hepimiz araba kullanmayı o arabada öğrendik. O arabayla çok hatıramız oldu. Arıza yaptığında 1. Sanayi’ye gider, başında beklerdik. Bende sanayide sana yarenlik yapmaya çalışırdım. Bütün gün taburenin üstünde, “Parça lazım olursa gidip alıp gelelim” diye. Arabayı yetkili servise götürmek gibi bir adetimiz yoktu. Parayı tasarruflu kullanmalıydık. Hele sen emekli olduktan sonra. Ama yine de o yıllarda emekli öğretmen, üniversitede çocuk okutabiliyor; evinin ihtiyaçlarını karşılayabiliyor, biraz para biriktirerek televizyonunu yenileyebiliyordu. Konak, Yeni Karamürsel’den taksitle kıyafet, ayakkabı alabiliyorduk.

Arçelik bayii Özemekten TV’yi 3 yıl taksitle alabiliyorduk. Oysa şimdi bir emekli öğretmen 36.346,53 TL maaş alıyor ve bu maaştan sağlık katkı payı kesiyorlar. Elde kalan para gıdaya zor yetiyor. Bizi yetiştiren, adam eden on binlerce emekli öğretmenimize toplum olarak verdiğimiz değer bu olamaz. Bu toplum hâlâ 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde yaşıyorsa, eski öğretmenlerini arıyor, ellerini öpüyor, çiçek veriyor. Bu toplumda bir birlik, dirlik varsa, her şeyin onların sayesinde olduğunu biliyor. Bu ülkede bir gelecek olacaksa, bunun da onların sayesinde olduğu gerçeği var. Ellerinden öpüyorum, baba. Senin şahsında tüm emekli öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum. Bu ülkeye kattığınız her şey için minnetlerimi sunuyorum. Allah hepinize uzun ömürler versin. Bu devranı değiştirdiğimizde, hak ettiğinizi sağlamayı bizlere nasip etsin. Söz bu; devran değişecek ve sizler hak ettiğinizi alacaksınız. Taşın altına elimizi koymalıyız. Ama öğütlerinizi asla unutmuyorum, babam. İl başkanı olduğum günden itibaren, neredeyse akşam dışarıda yemek yemedim; yemek davetlerini de kabul etmedim. Akşam yemek tekliflerine, “Sabah birlikte kahvaltı yapalım, öğlen esnaf lokantasında buluşalım.” dedim. Gün içinde eşime zaman ayıracağımı bildiğim için erken kalkıp birlikte yürüyerek kendimize zaman yarattık. Ne olursa olsun, aileye vakit yaratma öğdün hiç aklımdan çıkmadı, babam. İzmir’den, ailemden uzak olmamaya gayret gösterdim; taviz vermedim. Ankara’da işim biter bitmez ilk uçakla şehrime döndüm. Siyasi hırslara esir düşmedim. Hiçbir vaat, hiçbir hırs, beni yolumdan döndürmedi. Asla İzmir’in dışına gitmeyi, aileden uzak kalmayı istemedim. Şair “Bu şehri sevdim, benim olsun demedim ki” dese de, ben bu şehri sevdim ve “Benim olsun” dedim. Sen, “Size bıraktığım en büyük miras, sizi bu şehre getirmektir.” dedin. Haklısın babam. Bizi Balçovalı, İzmirli yaptığın için minnettarım. Sayende köküm Balçova oldu. Dile kolay, 1980’den bu yana Balçova’da aynı evde yaşıyoruz. Hiç ev değiştirmediniz. 41 yıldır aynı ev. Aynı komşular, aşağıda berber Emin. Zaman değişti tabii… Kızılcık Sokak, Sevgi Yolu oldu. Karşımızdaki mezarlık kapandı, yeni mezarlık açıldı, o da kapandı; yıllar geçiyor. Kömür kuyruğuna bile iki gün hiç ayrılmadan sıra beklediğimiz, eski kulübünde de olduğu bina İZSU oldu. Arka sokaktaki iki katlı evler yıkıldı, yerine yenileri yapıldı. Balçova’dan gidenler oldu, gelenler de. Duru Park’taki öğretmenlerin takıldığı Kafkas kıraathanesi gitti, artık EĞİT-DER var. Pazar yeri, önce şimdiki kültür merkezinin olduğu yere taşındı; sonra kapalı pazar yerine. Ancak Balçova çok değişmedi. Ama yaşam değişti. Seninle mezar durağından kahve durağına (şimdiki Agora) yürür, orada siteler otobüsüne binip denize giderdik. Anam, “1 Mayıs geldi mi bahar geldi, pikniğe gideceğiz.” derdin. Kabaoğlu’nun üstüne, teleferiğin yamacına gider, piknik yapardık. İmkânlar azdı, hayat tatlıydı. Evimiz 2 oda 1 salon. Salona zaten girilmezdi. Ancak misafir geldiğinde kapının açılmasına müsaade edilirdi. Bir oda yatak odası, o da sizin. Geriye kalan tek oda. Diğer herkesin yattığı oda da o. Henüz o yıllarda çocuk odası kavramı bilinmiyordu. Mutfak küçücük. Üzerinde oturma olanağı bile yok. Kışın kömür sobası oturma odasında yanardı; zaten başka bir oda yoktu. Üniversiteye hazırlandığım yıl, çalışmam için bir yere ihtiyaç vardı. Çözümün salon olduğunu düşünenler yanlış hesap yaptı. Yatak odasına küçük bir çalışma masası konuldu. Delonghi marka bir tüplü ısıtıcı alındı. Ben orada çalışıyor, üniversiteye hazırlanıyordum. Benim çalışmam bitmeden zavallı anam, babam beklerdi; uyuyamazdı. Ben çıkacağım ki onlar odasına girsin. Ne büyük özveriyle okuttunuz beni. Yemeyip yedirip, giymeyip giydirerek. Allah’tan o zaman Cumhuriyet’in fırsat eşitliği vardı. Okumak isteyen için hâlâ yollar açıktı.


Çalışıp çabalayan, emek veren okuyabiliyor; toplumsal statüsünü değiştirme imkanını bulabiliyordu… Sizin sayenizde İzmir Atatürk Lisesi’ne gidebildim. Balçova Lisesi’nin ortaokul kısmında çok başarılı bir öğrenciydim ama vizyonunuz olmasa Atatürk Lisesi’ne nasıl gidecektim? O tarihte Balçova’dan Alsancak’a lise okumak da basit bir iş olmamıştı. Sonrasında üniversite sınavında başarılı oldum ve İzmir’in yüksek puanla öğrenci alan 2. bölümüne, Endüstri Mühendisliği bölümüne girmeye hak kazandım. Babam, senin o günkü mutluluğunu asla unutamam. İstanbul’a, Ankara’ya üniversite okumaya gidecek olursak, bu yükün altından nasıl kalkacağız diye kaygılıydın. İzmir olmasına çok sevindin. Ardından sizlerin de desteğiyle okul hayatım sona erdi. İş hayatına da başladım. Üniversitede aileme destek olmak için her işte çalıştım. Ankara-İstanbul otobüslerinde muavinlik, anketörlük gibi işler yaptım. Hatta akşamları 2 saat temizlik işçiliği de yaptım. Cumhuriyet Meydanı’ndaki Türk Telekom binasına akşamdan 18.00-20.00 saatleri arasında temizliğe giderdim. Çalışmalıydım. Çünkü anam, babam ellerindeki her şeyi çocuklarına harcıyordu. 21 yaşında şirketlerde çalışmaya başladım. 23 yaşında 1998’de yöneticilik yapmaya başladım. 25 yaşında, Vestel’de çalışıyordum; ardından 26 yaşında bugün Remondis olan şirketin genel müdürlüğünü yaptım. 26 yaşında ilk şirketimi kurdum. 25 yıldır birçok şirket kurdum ve büyüttüm. İş insanı oldum, İZSİAD genel sekreteri, başkan yardımcısı oldum. İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu üyesi oldum. 2 yıldır İzmir’in Ticaret Parlamentosu’nda meclis üyesiyim. Ege Üniversitesi Teknopark, Yüksek Teknoloji Üniversitesi Teknoparkı, Ekonomi Üniversitesi Teknopark, Bilimpark… Hepsinde yönetim kurulu üyeliği yaptım. Ekonomi Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesiyim. İzQ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezimde bana Cumhuriyet, çalıştığım sürece yolunu açacağını söylüyordu. Bir şey olmak için zengin çocuğu olmanın gerekmediğini öğrendim. Garibanların, imkânı kısıtlı olanları koruyan bir sistem vardı. Yol açıktı ama siz olmasaydınız, eğer babam, ben de bu noktada olamazdım. Türkleri sizden öğrendim, aydın ne demek sizden öğrendim, Anadolu kadınının bilgeliği nedir, sizden öğrendim. Sevgiyi sizden öğrendim, insana değer vermeyi sizden öğrendim. İnsanları sevmeyi sizden öğrendim. El âlem ne der diye toplumun değerlerine dikkat etmeyi sizden öğrendim. Ailenin değerini, eşin de; evladın da; ananın, babanın değerini de sizden öğrendim. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem. Ömrünüzün sonbaharında evlat hasreti çekiyorsunuz. Balanızın hâlinden, ahvalinden endişelisiniz. Bunun sebebi ben değilim; siyaseti düşman hukuku hâline getirdiler. Ama yine de bu yaşta sizin üzülmeniz gözümü yaşartıyor. Zaten hastasınız. Üzmeyin güzel yüreğinizi. Geçecek bu günler. Enseyi karartmayın. Bu ülkede nice yiğitler hapis yattı, hâlâ yatıyor. Babam, 1952’de, bunu 43 yıl önce, 17 yaşımda ilk gözaltına alındığımda, mahkemeye çıkarıldığımda inandığım neyse, bugün de o. O zaman da mücadele ile ülkemin güzelleşeceğine inanıyordum. Bugün de. O günde delikanlıyım, gezeyim, tozayım demiyor, parasız üniversite eğitimi için, özerk üniversiteler için mücadele ediyordum. Bugün de hâlim vaktim yerinde, bulunduğum yerden yaşamıma devam etmek, halkım güzel günler görsün diye, herkes için adalet gelsin diye, gençlerin de benim gibi umudu olsun diye mücadele etmeye devam ediyorum, edeceğim. Elbet bu zindandan da çıkacak, bir kez daha oynayacağız seninle babam. Az kaldı anam. Devranın değişmesine de az kaldı. Güzel bir çay demleyip, karşılıklı ısıtıp içmeye az kaldı. De gel, Bayburt’u beraber tekrar söylemeye az kaldı. Biz şimdi sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız, sevgilimiz çiçekler koyuyor ya bardağa, anamız çay demliyor ya güzel günlere, bu böyle devam edecek demek değil. Kimse okumak için tarikat yurtlarında tacize uğramayacak, tarikat yurtlarındaki yangında ölmeyecek.

Üniversite bitiren genç iş bulma imkanını buluyor, ülkesine katkıda bulunabiliyor. Her yeri torpil kaplamamıştı. Torpilli olmayan emekli öğretmenin oğlu da iş bulabiliyor, kendini gösterebiliyordu. Yol açıktı ama siz olmasaydınız, eğer babam, ben de olamazdım ki. Türkleri sizden öğrendim, aydın ne demek sizden öğrendim, Anadolu kadınının bilgeliği nedir, sizden öğrendim. Sevgiyi sizden öğrendim, insana değer vermeyi sizden öğrendim. İnsanları sevmeyi sizden öğrendim. El âlem ne der diye toplumun değerlerine dikkat etmeyi sizden öğrendim. Ailenin değerini, eşin de; evladın da; ananın, babanın değerini de sizden öğrendim. Ne yapsam hakkınızı ödeyemem. Ömrünüzün sonbaharında evlat hasreti yaşıyorsunuz. Balanızın hâlinden, ahvalinden endişelisiniz. Bunun sebebi ben değilim; siyaseti düşman hukuku hâline getirmiş durumdalar. Ama yine de bu yaşta sizin üzülmeniz yüreğimi dağlıyor. Zaten hastasınız. Üzmeyin güzel yüreğinizi. Geçecek bu günler. Enseyi karartmayın. Bu ülkede nice yiğitler hapis yattı, yatıyor. Babam, 1952’de, bundan 43 yıl önce, 17 yaşında ilk gözaltına alındığımda, mahkemeye çıkarıldığımda ki inancım neyse bugün de o. O zaman da mücadele ile ülkemin güzelleşeceğine inanıyordum, bugün de. O günde delikanlıyım, kızlarla gezip tozayım demiyor, parasız üniversite eğitimi için, özerk üniversiteler için mücadele ediyordum. Bugün de hâlim vaktim yerinde, elimde para, viski yaşamıma bakarım demiyor; açlıkla boğuşan halkım güzel günler görsün diye, herkes için adalet gelsin diye, gençlerin de benim gibi umudu olsun diye, kimse bu ülkeden umudunu kesmesin diye mücadele etmeye devam ediyorum, edeceğim. Elbet bu zindandan da çıkacak, bir kez daha oynayacağız seninle babam. Az kaldı anam. Az kaldı. Devranın değişmesine az kaldı. Güzel bir çay demleyip, karşılıklı ısıtıp içmeye az kaldı. De gel, Bayburt’u beraber tekrar söylemeye az kaldı. Bu iş böyle gitmez, kimse okumak için tarikat yurtlarında tacize uğramayacak, tarikat yurtlarındaki yangında ölmeyecek.”
20.08.2025 – Buca Zindanı Şenol ASLANOĞLU

reklam

YORUM YAP