

İzmir Barosu, “20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü” etkinlikleri çerçevesinde bir basın toplantısı düzenledi. İzmir Barosu Ana Binası önünde gerçekleştirilen etkinlikte, 'Trans Onur Bayrağı' konusunda gerilim yaşandı. Yapılan açıklamada, çeşitli dövizlerin yanı sıra Trans Onur Bayrağı'nın da açılmasına güvenlik güçlerinden tepki geldi. Toplantı sırasında güvenlik güçleri ile baro avukatları arasında bir tartışma meydana geldi. Güvenlik görevlileri dövizlere izin verileceğini ancak bayrağın kaldırılması gerektiğini belirtirken, avukatlar bayrağın herhangi bir suç teşkil etmediğini savundu. Bayrak, açıklama süresince yerinde kaldı. Açıklamayı İzmir Barosu adına Avukat Cansu Karakuş gerçekleştirdi.

“LGBTİ+’lara Yönelik Nefret, ‘Cehalet’ Değildir”
Trans cinayetlerinin politik bağlamlardan kaynaklandığını vurgulayan Karakuş, “Trans cinayetleri yalnızca bireysel nefretin sonucu değil, aynı zamanda kapitalist devletin ataerkil aile yapısını yeniden üreten bir düzenin yansımasıdır. Şiddet rastlantısal değildir; siyasi ve ekonomik yapıdan doğmaktadır. LGBTİ+’lara yönelik nefret, ‘cehalet’ ya da ‘ahlaki gerilik’ değildir. Kriz dönemlerinde devlet ve sermaye tarafından işlenmiş bir politik aracıdır. Geçtiğimiz 20 Kasım’da transların gerekli hormonlara erişiminde getirilen kısıtlamalar, bu baskı sürecinin hızlanmasına neden olmuş ve translar ile tüm LGBTİ+’ların temel haklarına erişimini zorlaştırmıştır. Transların sağlık hizmetlerine ulaşmaları gittikçe kısıtlanmakta ve birçok idari ile adli engelle karşı karşıya kalmaktadırlar” ifadelerini kullandı.
“Bu Şiddet Sistematik Bir Sorundur”
Karakuş, 11.Yargı Paketi taslağına dikkat çekerek, bu taslağın ‘yeni bir baskı aracı’ olarak değerlendirilebileceğini belirtti:
“Kamuoyuna sızdırılan 11. Yargı Paketi taslağında LGBTİ+’ların varlığının fiili olarak yasaklanması, mevcut düzenin LGBTİ+’lara yönelik baskılarının bir sonucudur. Bu taslakla, 'biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı hareketlerin', 'bu davranışları özendiren veya teşvik eden eylemlerin' suç unsuru haline getirildiği ve beden uyum süreçlerine başlangıç yaşının 18’den 25’e çıkarıldığı belirtilmektedir. Bu düzenleme, toplumu ve aileyi koruma iddiasıyla, LGBTİ+’ların toplumdan silinmesini amaçlamaktadır. Yargı paketi içindeki düzenlemeler, iktidarın LGBTİ+’lara karşı uyguladığı politikaları özetlemekte ve hala bir tehdit olarak varlıklarını sürdürmektedir. Bugün, translar yaşam hakkı ihlaline maruz kalmaktadır. Devlet, bu ihlalleri durdurmak için önlem almak bir yana, transfobik politikalarıyla şiddeti teşvik etmektedir. Nefret suçları, cezasızlık ve polis şiddeti otoriter rejimlerin kriz yönetim tekniklerinden beslenmektedir. Bu şiddet münferit değildir; sistemin kendini yeniden üretme yönteminin bir parçasıdır.”
“Transların Yaşam Hakkı Meşru Değildir”
Karakuş, mevcut düzenin meşruluğu hakkında şöyle konuştu: “Düzenin görünmez yapısını, aile üzerinden oluşturduğu itaat mekanizmasını, krizleri yoksulların ve LGBTİ+’ların sırtına yüklemesini reddediyoruz. Transların yaşam hakkını hedef alan bu düzen meşru olamaz ve meşrulaştırılamaz. Bu ülkede transların yaşamı bir pazarlık konusu değildir; bu, geri alınamaz bir hak mücadelesidir. Trans nefretinin üretim ilişkileriyle olan bağlantısını ifşa etmeye devam edeceğiz. Aile devletinin şiddet aygıtlarına karşı yaşamı ve özgürlüğü savunacağız. Kriz dönemlerinde artan saldırıları örtbas eden hukuki politika uygulamalarını gün yüzüne çıkaracağız. Zira biliyoruz ki… Trans cinayetleri politiktir. Trans intiharları politiktir. Transların yoksulluğu politiktir. Transların güvencesizliği politiktir. Bu politikanın kökeni, kapitalist patriyarkal düzendedir.”
“Ötekileştirme Bitmeyecek”
20 Kasım Nefret Suçları Mağdurları Derneği temsilcisi Helin Küçük, trans bireylerin sürekli bir can güvenliği tehdidi altında yaşadığını belirterek şöyle devam etti:
“Hazırlığı süren 11. Yargı Paketi, hepimizin gündeminde belirgin bir yer edindi. Bu pakette hedeflenen bazı yasaların LGBTİ+’lara yönelik nefreti kurumsal hale getirme ve meşrulaştırma riski taşıdığına dair endişelerimizi dile getiriyoruz. Siyasetin, varlığımızı hedef göstererek toplumsal baskıyı artırma çabalarını gözlemliyoruz. Bu ötekileştirmenin kendiliğinden sona ermeyeceğini biliyoruz. Bu nedenle eşitlik ve adalet mücadelesinden asla vazgeçmeyeceğiz. Medyanın, siyasetin ve sessiz kalan herkesin yüzüne, haykıran Hande Kader’in gerçeği, her geçen gün hayatlarımıza olan etkisini acı bir şekilde göstermiştir. Mücadelemiz yalnızca yas tutmak değil; her alanda eşitlik ve adalet için yeniden var olmaktır. Transların sokakta, işte, okulda, sağlık hizmetlerine ulaşmada var olma mücadelesi, temel insan hakları mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yaşam hakkımız ve onurumuz için mücadeleniz sürecektir. Hiçbir yere gitmiyoruz. Yaşam hakkımızdan ve onurumuzdan vazgeçmeyeceğiz.”



