reklam
reklam
DOLAR41,1742% 0.08
EURO47,9839% 0.03
STERLIN55,1944% 0.01
FRANG51,1481% 0.01
ALTIN4.671,54% -0,07
BITCOIN111.160,002.291
reklam

İzmir’deki Hukukçulardan Yeni Adli Yıl Açıklaması: Biz Kutlamıyoruz

Yayınlanma Tarihi : Google News
İzmir’deki Hukukçulardan Yeni Adli Yıl Açıklaması: Biz Kutlamıyoruz
reklam

Yeni adli yılın başlamasıyla birlikte düzenlenen resmi törenlerin yanı sıra, birçok hukuk örgütü bu etkinliğin kutlanacak bir yönü olmadığına dikkat çekti. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Çağdaş Avukatlar Grubu ve Adalet İçin Hukukçular, ortak bir açıklama yayınlayarak, “Yargıda kriz derinleşiyor” ifadesini kullandı.

Yapılan ortak açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Bu Açılış Bizim Değil: Kutlamıyoruz!”

Yeni adli yılın başlangıcı, içinden geçtiğimiz süreçte yargıdaki derinleşen krizleri görünür hale getirmek ve bu duruma karşı kolektif sesimizi yükseltmek için bir vesile olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Resmi törenlerin dışında duran, hak temelli hukuk mücadelesini esas alan bizler, bu vesileyle sesimizi kamuoyuna duyuruyoruz.

Yargı Sisteminin Çöküşü, Olağanlaşmış Bir Yönetim Biçimi

Hukuk, tarihsel olarak her zaman devletin ve siyasal iktidar sahiplerinin ihtiyaçlarına göre şekillendi; ancak bu araçsallık artık gizlenmiyor, örtülme gereği bile duyulmuyor. Yargı, yalnızca iktidarın sopası olmaktan çıkmış, etik kaygıları silinmiş ve yalnızca vitrinde gösterilen bir meşruiyet dekoruna dönüşmüştür. Kurumlar, kararlar ve prosedürler birer sahne dekoruna dönüşürken, arka planda çürüyen bir düzen işlemeye devam ediyor. Yargı sisteminin çöküşü artık bir istisna değil, olağanlaşmış bir yönetim biçimi haline geliyor.

Yargıdaki çürüme, yalnızca teknik bir sorun değil, aynı zamanda bir siyasal tercihtir. Sahte diploma skandalları, usulsüz vatandaşlık satışları ve liyakatsiz atamalar gibi pek çok olay, hukuk sisteminin değil, kamu düzeninin de en üstten alta kadar çürümüş olduğunu gösteriyor. Her gün yeni skandallara uyanmak, rejimin yalnızca yönetimsel bir işlevi olmadığını, aynı zamanda çürümeyi yönetme biçimini benimsediğini ortaya koyuyor.

Depremde hayatını kaybeden hukukçuların diplomalarının sahtecilik amacıyla kullanılması ise, bu çöküşün karanlık yüzünü temsil ediyor. Ölüye, mesleğe ve toplumsal hafızaya yapılan bu saldırılar, yalnızca bir bilişim suçu olmaktan öte, sistemin denetimsizliğinin ve çürümüşlüğünün bir göstergesi haline geliyor.

Enkazı Kaldırmak Yerine Yeni Tören Kürsüleri Kuruluyor

6 Şubat depremleri, örgütlü ihmallerin ve denetimsizliğin sonucu olarak on binlerce insanın ölümüne yol açtı. Aynı sokakta ayakta kalan yapılarla yan yana duran enkazlar, yıkımın doğal değil, sistematik olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bu yıkımın sorumluları etkin bir şekilde yargılanmıyor. Müteahhitler, yapı denetim firmaları ve kamu görevlileri korunmaya devam ediyor.

Müvekkillerimizin özgürlüğünün gasp edilmesi de sistemin çöküşünün en görünür örneklerinden biridir. ÇHD Onursal Başkanı Selçuk Kozağaçlı, 8 yıl sonra tahliye edildiği cezaevine, savcılığın itirazıyla geri gönderiliyor. Yine Gezi davası kapsamında 18 yıl hapis cezasına çarptırılan milletvekili Can Atalay, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarına rağmen hala cezaevinde tutuluyor.

Adli Tıp Raporlarına Rağmen Tahliye Edilmiyorlar

Bir yandan barış süreci devam ederken, Terörle Mücadele Kanunu gibi baskı yasaları yürürlükte kalmaya devam ediyor. Muhalif her türlü ses, hak mücadelesi ve özgür basın sistematik biçimde bastırılmaya çalışılıyor. Cezaevlerindeki durum ise daha da ağırlaşıyor. Keyfi infaz uygulamaları, mahpusların koşullu salıverilme haklarını fiilen ortadan kaldırıyor ve cezalar süresiz hale geliyor.

Keyfi İnfaz Yakmaları ve Hapis Cezalarının Süresizliğe Dönüşmesi

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahpusların “umut hakkı”nın yok sayılması, cezaların ölümle sonuçlanmasına neden olmaktadır. Yargısal çöküş ve hukukun araçsallaştırılması, AİHM kararlarıyla pek çok kez onaylanmıştır. Hapishanelerde karşılaşılan “keyfi infaz yakmaları” ve “süresiz” hapis cezaları, AİHM'in geliştirdiği “umut hakkı” kavramıyla doğrudan ilişkilidir.

Yeni yüksek güvenlikli hapishaneler mahpuslar tarafından “kuyu” ve “mezar” olarak adlandırılıyor; burada tutulan insanlar ağır bir tecrit altında kalıyor ve fiziksel ile zihinsel sağlıklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.

Seçilmiş belediye başkanları, siyasal gerekçelerle görevden alınıyor ya da tutuklanıyor. Halkın iradesi kayyım politikalarıyla gasp ediliyor. İstanbul Barosu'na yönelik kurumsal saldırılar, savunmanın bağımsızlığına yapılan bir saldırıdır.

Kadına Yönelik Şiddet Vakalarında Failler Yargı Eliyle Korunuyor

Kadına yönelik şiddet vakalarında faillerin yargı eliyle korunması, kadınların kazanılmış haklarını tehdit eden yasa tasarılarının hedef alınması, yaşam hakkının da karşısında durulduğunu göstermektedir. Göç politikaları ise, insan temelli değil; siyasal iktidarın çıkarlarına göre şekillendirilen, pazarlık malzemesi haline getirilen bir araç olarak kullanılmaktadır.

Bu durum, yalnızca hukuk alanında değil; toplumsal yaşamın her katmanında hakların sistematik biçimde gasp edildiği bir çöküşe işaret ediyor.

Bu koşullar altında, her yıl olduğu gibi bu yıl da törenle kutlanan çöküşü kutlamıyoruz. Çünkü kutlanacak bir hukuk yok, mücadele edilmesi gereken bir enkaza karşı karşıyayız. Tören değil direniş, sessizlik değil kolektif söz, hukukun değil halkın yanında olma kararlılığıyla buradayız.

Ekonomi sıkıntıları, işten atılan işçilerin direnişleri ve hak ihlallerinin yaşandığı her yerde yer almayı sürdüreceğiz. Savunma ve halkın hak arama yollarına yapılan her türlü saldırıya karşı, örgütlü ve kolektif hukuk mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz.

Bu çürümüş düzene karşı yalnız kalan her sesi, bastırılmak istenen her iradeyi, hak temelli, kolektif bir hukuk yürüyüşü çerçevesinde yan yana durmaya, ortak bir ses oluşturmaya ve birlikte direniş göstermeye çağırıyoruz. Tüm hukuk örgütlerini ve muhalif kesimleri, bu enkazın karşısında beraber savaşa davet ediyoruz.”

reklam

YORUM YAP