

İzTV'de yayımlanan “Nil Kahramanoğlu ile Gündem Özel” programında Çiftçi-Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu konuk oldu. Geçtiğimiz aylarda meydana gelen zirai don olayının sonuçlarının artık görünmeye başladığını belirten Çobanoğlu, hem üreticilerin hem de tüketicilerin büyük zarara uğradığını vurguladı: “Kiraz, şeftali ve kayısı gibi birçok ürünün fiyatları yükseldi” dedi.
İklim krizi nedeniyle doğa olaylarının arttığını ifade eden Çobanoğlu, en son meydana gelen zirai donun ciddi bir hasara yol açtığını dile getirdi. Çobanoğlu, “Bazı ürünlerde tüketiciler tadına bile bakamadı. Kiraz, şeftali ve kayısı gibi pek çok ürünün fiyatı arttı. Üreticilere olumlu bir katkısı yok; çok para kazanmadılar, aksine aracılar bu süreçte büyük kazançlar elde etti. Tüketiciler de düşük fiyatla ürün temin edemedi, birçok üretici ise ciddi sorunlar nedeniyle üretim yapamadı. Bu durum, iklim krizinin ciddi bir etkisi. İklim krizine neden olan hususların üzerine gidilmesi gerekiyor. Maalesef çıkarılan iklim yasası, bu sorunu çözmeye yönelik değil, karbon ticaretini ön plana çıkaran bir durum. Su kirliliği alarm verir boyutta. Eğer bu kirlilik devam ederse, Türkiye'de temiz su kalmayacak ve başka ülkelerden su ithalatı yapan bir ülke konumuna geleceğiz. Çiftçilerin talepleri oldukça fazla, tüketiciler de seslerini yükseltiyor. Ancak, ne yazık ki şirketler ve hükümet bu konuda olumlu adımlar atmıyor” şeklinde konuştu.
Şirketlere Ödenen Destek Daha Fazla
Desteklerin yetersizliğine dikkat çeken Çobanoğlu, “Şeftalide yüzde 40 oranında zarar var, kirazda ise bu oran yüzde 55. Destekler sınırlı bir kesime ulaşabildi ve fiyatlar 10 kat arttı. Elmada da bu zararın yüzde 40 civarında olduğu ifade edildi. Bu, ortalama bir rekolte düşüklüğünü gösteriyor; çünkü bazı bölgelerde zarar oranı yüzde 80'e kadar çıkıyor. Fiyatların yükselmesinin nedeni de bu. Tüm bunların karşısında henüz üreticilere herhangi bir ödeme yapılmadı. Diğer tarafta ise çok ilginç veriler mevcut. Örneğin, TARSİM (Tarım Sigortaları Havuzu) aracılığıyla devlet, 2006'dan itibaren sigorta şirketlerine 27 milyon poliçe için toplamda 34,5 milyar lira prim desteği vermişken, ödenen hasar tazminatı ise 33,5 milyar lira. Yani devletin ödediği destek, ödenen tazminattan 1 milyar lira daha fazla. Üstelik bu primin 34,5 milyar lirası da çiftçilerin cebinden çıkıyor; hepsini devlet karşılamıyor. Bu para doğrudan üreticilere verilseydi, bugün bu kadar kötü bir durumda olmazlardı. Bu durum çiftçilerin örgütlenmesini bile engelleyen bir noktaya gelmiş durumda” ifadelerini kullandı.
Açlıkla Terbiye Mantığı
İklim Yasası’na da değinen Çobanoğlu, bunun karbon ticaretini yasallaştırma çabası olduğunu belirterek, “Bu, Kyoto Protokolü ile başlayan bir durum. İklim krizi tüm örgütler ve devletler tarafından kabul ediliyor; önerilen çözümler ise ticareti ön plana çıkarıyor. Neoliberalizmin etkisini de görmek mümkün… Yani bu, parası olanların kirletmesine, parası olmayanların kirletmemesine neden oluyor. Bu süreçte, doğada başka tahribatlar da meydana geliyor. Örneğin; rüzgar enerjisi santralleri (RES) temiz enerji sağlıyor olarak değerlendirilse de, bu durum kirletme hakkının satılması anlamına geliyor. Parası olanlar bu hakları alarak daha fazla kirletmeye yöneliyor. Yarasa popülasyonu zayıflıyor ki bu hayvan zeytine kimyasal kullanmadan fayda eden, ekolojik dengeyi sağlayan önemli bir tür. Doğa dengesinin bozulması gerek iklim yasasıyla gerekse maden sahalarının şirketlere açılmasıyla gerçekleşiyor. En fazla zarar görenler ise üreticiler ve yoksul tüketiciler oluyor; çünkü gıdayla erişimleri kalmadı. Pazara çıktığında alım gücü yetersiz. Her şey açlıkla terbiye etme anlayışına dönüşüyor. Açlık yaratarak toplumu kontrol altına alacaklarını düşünüyorlar, bu yanlışı kabul etmemeliyiz. Çiftçiler, köylüler, ekolojistler ve tüketiciler bu duruma ciddi tepkiler gösteriyorlar” dedi.
Dur Demek Gerek
Karbon yasasına karşı mücadeleyi sürdüreceklerini söyleyen Çobanoğlu, “Bunları kabul etmek, bizim ve diğer tüm canlıların yaşam alanlarını yok etmek anlamına gelir. Bu durum, farklı virüslerin ve hastalıkların ortaya çıkmasına da neden olacak. COVID-19 salgını, değiştiren bir virüsün popülasyonu azalan hayvanlardan insanlara geçmesiyle oldu. Aynı durum gelecekte de geçerliliğini koruyacak. Doğa yok olmuyor, dönüşüyor. Bu dönüşüm seyrini hızlandıran iklim krizinin kendisidir. Diğer yandan jeotermal enerji santralleri, havaya sera gazı salarak su ve ürünler üzerinde zararlara neden olmakta ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Buna dur demek gerekiyor. Mücadelenin sürdürülmesi zorunludur, çünkü bu durum canlı neslini yok edecek bir tehdit” şeklinde konuştu.
Bu Böyle Gitmeyecek
Üretime, üreticiye ve doğaya karşı sistematik bir saldırı olduğuna dikkat çeken Çobanoğlu, “Bu böyle gitmeyecek. Bir gün çiftçiler de patlama noktasına ulaşacaklar, çünkü sürekli bir saldırı altında. Bu yıl çıkarılan bir yönetmelikte, iki yıl üst üste üretim yapmayan çiftçilerin tarlalarına el konulup kiraya verileceği belirtiliyor. Bu koşullarda nasıl üretim yapabilirler? Mısır üreten çiftçiler tam hasat zamanında, devletin vergisiz mısır ithalatı açtığını belirtiyor. Eğer üretim isteniyorsa, neden tam hasat döneminde vergisiz ithalat yapılıyor? Bu durum gıda ve yem şirketlerinin ihtiyacı olan mısırı ülke kaynaklarından temin etmesini engelliyor. Türkiye'de stokta mısır kalmadığı taktirde anlamı olur, fakat durum öyle değil, bu kararı tam hasat zamanında almak ciddiyetsizliğin işareti. Son çıkan maden yasası ise oldukça tehlikeli; tüm tarım arazilerinin yok oluşuna kapı aralıyor. Usulsüzlük ve kuralsızlık artık kural haline gelecek. Bu uygulamalar, sadece Türkiye'deki yasaları çiğnemekle kalmıyor, aynı zamanda uluslararası hukuku ve hakları ihlal ediyor. Birleşmiş Milletler’de kabul edilen Köylü Hakları Deklarasyonu, çiftçilerin örgütlenerek bildirdiği bir metindir. Bu deklarasyon, herkesin sağlıklı toprağa, temiz suya, sağlıklı tohuma ve havaya erişim hakkından bahseder. Ancak bu yasalarla bu hakların hepsi yok ediliyor ve dolayısıyla yalnızca ulusal hukukun değil, uluslararası hukukun da ihlali söz konusudur” şeklinde konuştu.